Sinemada yılın son haftasındaki izleyici sayılarının eklenmesiyle 60 milyon izleyici sayısına ulaşılması bekleniyor.
Box Office Türkiye'den derlenen bilgilere göre, ilk 51. haftanın sonunda izleyici sayısı 58 milyon 490 bin 790, sinemadan elde edilen toplam hasılat ise 657 milyon 965 bin lira oldu.
Geçen yıl 61 milyonu aşkın izleyici sinema salonlarına giderken, toplam 652 milyon 906 bin 723 liralık hasılat gerçekleştirilmişti.
- 2015'in en çok izlenen filmleri
En çok izlenen ilk 10 film arasında Hollywood'un yüksek bütçeli yapımlarıyla yarışan 8 Türk filmi dikkati çekerken, 2 yabancı film de listeye girmeyi başardı.
Gösterime giren filmler arasında, başrollerini Murat Cemcir ve Ahmet Kural'ın oynadığı "Düğün Dernek 2: Sünnet" filmi, 3 haftada 4 milyon 726 bin 991 kişi tarafından izlenerek zirveye yerleşti.
Uzun süre birinci sırada yer alan ve 3 milyon 582 bin 552 izleyiciye ulaşan, Mahsun Kırmızıgül'ün yönettiği "Mucize" filmi ise listenin ikinci sırasında yer aldı.
"En Çok İzlenen Yabancı Film" kategorisinde uzun yıllar yerini koruyan "Titanik", yerini 2 milyon 960 bin 487 izleyici sayısıyla "Hızlı ve Öfkeli 7" filmine bıraktı. Başrol oyuncusu Paul Walker'ın, trafik kazası sonucu hayatını kaybettiği film, en çok izlenenler arasında ise üçüncü sıraya yerleşti.
Şebnem Burcuoğlu'nun aynı isimli romanından uyarlanan, başrollerini Ezgi Mola ve Murat Yıldırım'ın paylaştığı "Kocan Kadar Konuş" dördüncü sıradan listeye girerken, 1 milyon 930 bin 677 kişi tarafından izlendi.
Geçen yıl "Pek Yakında" ile dördüncü sırada bulunan Cem Yılmaz, bu sene 1 milyon 824 bin 275 izleyiciye ulaşan "Ali Baba ve 7 Cüceler" filmiyle beşinci sırada yer aldı.
Şahan Gökbakar'ın "Recep İvedik 4" filmi, sinemada 1989'dan günümüze gösterime giren filmler arasında en fazla izlenen yapım olma özelliğini bu sene de korudu.
2015 Yılında En Çok İzlenen Filmler

Fi ve Çi'nin devam kitabı olan 700 sayfalık eser Pi, yazar Azra Kohen'in de söylediği gibi bir itiraf kitabı niteliğinde. Yazar bu kitapta bize katmak istediği değerler için önceki kitaplarını altyapı olarak kullanmış. "Bize katmak istedikleri" diyorum çünkü bu üçlemenin, kişisel gelişim kitapları olduğunu bu son eserde daha net görebiliyoruz. Aslında kişisel gelişim kitaplarını analiz etmeyi tercih etmiyorum çünkü herkesin bu çeşit kitaplardan alacağı mesajlar farklıdır, algılar değişkenlik gösterir fakat Fi, kişisel gelişimden ziyade sıradan bir roman gibi gelmişti, onu yazınca da devamını getirmek istedim. Yine de, bu üç eserin, karakter künyesi ve bilimsel olguları açısından zengin olması, diğer kişisel gelişim kitaplarından farklı olarak, aynı zamanda bir "roman" olma özelliği taşıdığını gösteriyor. Bu nedenle, analizimde, yazarın bize katmak istediklerini değerlendirmek yerine kurguya ve olaylara mercek tutmayı tercih ediyorum.
Serinin önceki kitapları gibi bu kitapta da, yaşananlar ilk ağızdan değil, yazarın gözünden anlatılıyor. Bu şekilde yazılması, bu üçleme için, daha mantıklı olmuş diyebilirim çünkü ilk ağızdan yazılsaydı karakter sayısı fazla olduğu için her ne kadar isimler yazılmış olsa da, okuyucu takip etmekte oldukça zorlanırdı. Yazarın gözünden anlatılması bölümler ve karakter geçişleri arasında akıcılık sağlamış. Anlatım dili ağır değil fakat bazı yerleri çok uzatmış olduğunu farkettim. Mesela, ufak bir aksiyon anlatmak için birkaç sayfa detay ve yorum yazılmış, bu da okuyucunun heyecanını kaybetmesine neden oluyor. Bir de, karakterler ve dolayısıyla olaylar arasındaki geçişler çok sık yapılmış, parçaları biraz daha uzun tutmakta fayda olurdu sanıyorum.
Fi'nin yorumunda yazdığım "duysaydık,görseydik daha iyi olurdu" açığını yazar da farketmiş olmalı ki, bu kitabında dipnot olarak çok sayıda müzik ve video önerisi vardı. Bu da, aslında yazarın kendisini geliştirdiğini gösteriyor.
İçerik olarak da, siyasetten bağışıklık sistemi hastalıklarına, sanattan uyuşturucuya, İslam dininden Einstein'a, psikolojiden aşka ve Çernobil faciasına kadar uzanan zengin bir kurgu ile yoğuruluyoruz.
Konu özetine gelince,
Bilge'nin eşi Can, bu eserde, psikolojik gel-gitlerini Bilge'de bulduğu huzur ve farkındalık sonrasında dengeye kavuşturabiliyor fakat bir yandan hayatının aşkı Duru'yu geri kazanmaya çabalıyor ve yurtdışında yaşayan Duru'yu ülkeye dönmeye ikna etmek için, uğruna Avrupa'nın en büyük gösteri merkezini yaptırıyor. Bilge, bir gün şans eseri Can'ın hala Duru'yu unutamadığını görüyor ve hamile olmasına rağmen onu terkediyor.
İngiltere'de dans etmeye devam eden balerin Duru, Can ile aldattığı eski sevgilisi Deniz ile karşılaşıyor ve ona Can tarafından nasıl tuzak kurulduğunu anlatıyor. Duru'nun ihtiyacı olduğu zamanlar onun yanında olmadığı için de Deniz'i suçluyor. Deniz'de bulduğu güven ve sevgiyi, Can'da bulduğu tutku dolu aşkı özleyen Duru, her ne kadar istediği ve sevdiği işi yapsa da mutlu olamıyor. Sonra, Can'ın daveti üzerine ülkeye dönüyor ve sanat merkezini gezerken Can tarafından ne kadar çok sevildiğini hatırlayıp kendisini, tüm yaşattığı kötü günlere rağmen, Can'a teslim ediyor.
Can, Duru'ya neden terk edip gittiğini soruyor büyük bir merakla ve tek bir neden söylemesini istiyor. Duru, "dans etmeme izin vermeyecektin" deyince, Can, bir anda hayatının aşkı olan bu kadının aslında ne kadar sığ ve basit bir kadın olduğunu, sadece görüntüde güzel olduğunu, ona çektirdiği acılar için değil de, dansını engellediği için terk etmeyi seçmesinin ne kadar aşağılık bir tepki olduğunu düşünüyor ve onunla kavga ederken ayak bileğinin kırılmasına neden oluyor, bir daha da dönmemek üzere Duru'dan uzaklaşıp, huzur bulduğu yere, Bilge'ye dönüyor.
Psikolog Bilge, psikolog Eti ve milletvekili Özge, Can'ın, insanlara zarar veren, tehlikeli biri olduğunu ve iyileşme göstermediğini gördükleri için, nasıl yaptıkları belli olmayan bir sebeple onu akıl hastanesine kapattırıyorlar.
Eserin yüz güldüren sayfaları ise, Deniz ile Özge'nin karşılaşması oluyor. İnsanın kendi dengini bulduğunda nasıl hiç kopamadığını, denk olduklarının dışarıdan bakıldığında bile belli olduğu anlaşılıyor. Deniz, Özge gibi gerçek bir kadının sadece sabrederek kazanılabileceğini, böyle bir kadını öpmek için bile emek sarfedilmesi gerektiğini düşünüyor ve bu şekilde davranıyor. Karşılaştıkları gün elini tutup onu en sevdiği sokağa götürüyor ve hep yanında olacağını Özge'ye bakışıyla bile hissettirebiliyor. Özge ve Deniz'in hikayesinden, insanın dengini bulduğunda herşeyin ne kadar kolay ve rahat ilerlediği mesajı veriliyor, yazar, doğru aşkın tanımını burda yapıyor.
Eser, özellikle son 150 sayfasında, hiç olmadığı kadar sürükleyici ve heyecanlı olmaya başlıyor. Ada'nın uyuşturucu tuzağında can vermesi, Göksel'in, Ada'ya uyuşturucu veren adamı aynı şekilde öldürmesi kurguları çok başarılı olmuş.
Verdiği mesajlar, bize hayatta rehberlik edecek güzel cümleler ve zengin içeriği ile serinin en güzel kitabı Pi diyorum. Kişisel gelişim severlere tavsiye ediyorum.
Alıntılar:
"Kişi kendi ağırlığını asla başkasına bırakmadığı için kişiydi, bırakırsa kişiliksizdi."
"Hayatın sana ne anlatmak istediğini anlayana kadar buradasın, acıdasın, gerekirse ölür ve yine doğarsın. Acıyı yenip, anlayışa çevirene kadar buradasın. Duyguları üzülmek için değil, anlamak için yaşadığını fark edene kadar daha çok doğacak ve öleceksin."
"...yaşadıklarının kendine ne anlatmak istediğini analiz etmeyenlerin, aynı dersi daha da büyük darbelerle almak zorunda kalacağını..."
"...insan biat etmek için değil anlamak için yaratılmıştır...sorgulamamak İslam'a hakarettir..."
"Dersini hayattan almış birinden korku beklemek mümkün değildi ama bilemezlerdi."
"Varoluşun anlamını kadın ve erkek çiftleşmesine indirgemişti bugünün insanlığı. İnsan kendine giden yola çıktığında, ancak o yolda karşılaşıyordu diğer yarısıyla."
Puanım : %83
www.filmakisi.com
Pi - Kitap Analizi
Labirent dörtlü kitap serisinin ilk kitabına uyarlanmış filmi "The Maze Runner".
Kitabını okumadığım için filmle karşılaştırmalı analizini yapamıyorum. Aslında o şekilde yapmayı tercih ederdim ama daha genç yaş kitlesine hitap eden eserleri şimdilik okumak istemiyorum.
Thomas bir kafesin içinde uyanır ve kendi ismi dahil hiçbir şey hatırlamamaktadır. Kafesin başına toplanan, onun yaşlarındaki erkek çocuklar, hepsinin aynı şekilde buraya geldiklerini ve bir iki güne sadece ismini hatırlayabileceğini söylerler.
Thomas oldukça meraklı ve cesur bir çocuktur. Kendisine, "Kayran" adı verdikleri etrafı yüksek taş duvarlı ve bir çeşit yaratıklarla dolu olan labirent tarafından çevrelenmiş yaşam alanı tanıtılırken, labirente giren koşucuları görür ve onlardan biri olmak ister.
Kafesle her ay bir çocuk gönderiliyordur fakat Thomas geldikten birkaç gün sonra, üzerinde "bu son kişi" yazan bir kız gönderilmiştir. Bu kızın hem tek kız olması hem de Thomas'ı sayıklamış olması bir hayli akılları karıştırır.
Bir süre sonra koşucular arasına katılmayı başarabilen Thomas, labirentte daha önce keşfedilmemiş olanları ortaya çıkarınca Kayran'da daha fazla barınmak mümkün olmaz. Fakat buradan sadece cesur olanlar kurtulabilecektir.
Thomas ile birlikte yaklaşık 10 çocuk cesaretiyle bu labirentten çıktıklarında öğrenirler ki aslında insanlar tarafından hazırlanmış bir teste tabi tutulmuşlar.
4 aşamadan oluşan bu testlerin ilkini geçebilen bu cesur çocuklar, umutsuz geleceğin kurtarıcısı olarak yetiştiriliyor.
Açlık Oyunları ve Uyumsuz serisi eserlerine benzeyen bir dörtleme görüyoruz Labirent serisinde. Hepsi de muhtemel gelecek üzerine kurgulanmış distopik, aksiyon hikayeleri. Birbirleri ile kıyasladığımda ise Açlık Oyunları'nın peşine Labirent'i koyabilirim. Başarılı bir kurgu olmuş ve sonu itibariyle de gayet tatmin edici. Tavsiye ediyorum.
Film Fragmanı
Film Puanım : %90
www.filmakisi.com
Labirent - Ölümcül Kaçış - Kitap ve Film Analizi
Hikayeyi Gri'nin Elli Tonu'ndan biliyoruz. Hem okuduk hem izledik, defalarca izledik, ezberledik :)
Bu yüzden şimdi, sadece Grey'den öğrendiklerimize bakalım.
** Grey'in en son ilişkisi Bayan Steele ile tanışmadan 2 ay önce bitmiş.
Leila'dan ayrılmasının nedeni ise, Leila'nın Christian'a çok bağlanmış olmasıymış.
** Daha önce hiçbir kızın peşinden koşmamış. Bunu zaten Anastasia'ya söylediği "bir ilk daha" türevi sözlerinden anlamıştık.
**Anastasia'nın evine postaladığı ilk baskı kitapları, onu hayal kırıklığına uğrattığını düşündüğü için gönderdiğini söylüyor. Notunu özenle seçerek onu uyarmak ve özür dilemek istiyor.
Bu kitaplar zaten kendisine aitmiş ve gönderirken onları geri almayı umuyor:) Kitaplarına değer veriyor.
Daha sonra da, kitapları Ana'yı tekrar görebilmek için gönderdiğini itiraf ediyor.
** Ana'nın sarhoş olduğu gece Christian onu otel odasına götürüp üzerindeki kirlenmiş kıyafetlerini çıkarmıştı.
Ertesi sabah Anastasia uyandığında, Taylor'ın ona aldığı yeni kıyafetleri giymişti. Anastasia, uzun bir süre, Taylor'ın çok zevkli olduğunu fakat kendisinin beden ölçülerini nasıl bildiğini sorgulayıp durmuştu. Bu yeni kıyafetleri renginden ölçülerine kadar Taylor'a bildiren Grey'miş.
** Christian, Anastasia'yı ilk gördüğü andan itibaren aklından çıkaramıyor.
** "Anastasia'nın bana ait olmasını istiyorum ama şuanda ben ona aitim" demesi fedakarlık yaptığını gösteriyor ve kendisine şans vermesi için Ana'ya resmen yalvarıyor.
Filmin, kitaba göre ne kadar soğuk ve samimiyetsiz kaldığını unutmuşum.
** Ana'nın elini tutmaktan çok mutlu oluyor ve sürekli ona elini uzatarak güvenini kazanmaya çalışıyor.
** Gökyüzünü mavi gördüğünde "aynı Ana'nın gözlerinin rengi" diyor :)
** Anastasia'nın, sürekli Christian'ın sevgisini sorguladığı ve onu sevmediğini düşündüğü yerlerde, Christian Ana'nın ne kadar zor bir kadın olduğunu düşünüyor :)
** Ana'nın mailleşirlerken attığı "hiç yanımda olmuyorsun" cevabı üzerine hızla onun evine gidiyor ve aldığı bu aksiyon sayesinde Anastasia'nın üzerine atlamasını hakediyor :)
** Ana'nın yanında olmadığı zamanlar sürekli mail atıyor, Cevap alamadığı bir gün oturup beklemek yerine tekrar tekrar mail atıp, arıyor. Sonra yüzyüze konuşurlarken de kapris yapmak yerine onun için endişelendiğini söylüyor.
** Ayrılıklarından sonraki 5 gün Christian için çok zor geçiyor. İşine odaklanamıyor, etrafındakilere öfke saçıyor. Her sabah koşusunda, Ana'yı görebilmek umudu ile onun yeni evinin önünden geçiyor.
** Grey, Anastasia'nın ilk ilişkisi olduğu için unutulmayacağını düşünüyor ama Anastasia'nın başkasıyla olabileceğini düşünmek bile onu çıldırtıyor ve onun hayatında sadece bir "anı" olarak kalmak istemediğini söylüyor.
** Psikoloğu Dr.Flynn ile konuşması Grey için dönüm noktası oluyor.
Grey, doktoruna Ana'yı özlediğini söylüyor ve doktoru çok değerli gözlemlerini bu şekilde onunla paylaşıyor:
"Christian, sen eşine zor rastlanır bir bireysin. Bir hedefe odaklandığın zaman mutlaka peşinden gidiyor ve elde ediyorsun, genellikle kendi beklentilerini de aşarak.
Bugün seni dinlediğimde, Anastasia'yı olmasını istediğin noktaya götürmeye odaklandığını görüyorum. Ama deneyimsizliğini veya duygularını hesaba katmamışsın. Hedefine fazlaca odaklanıp, birlikte yaptığınız yolculuğu gözden kaçırmışsın."
"Onun tarzında bir ilişki denemeyi hiç düşündün mü?"
Bu soru üzerine Christian bir süre düşünüyor ve "yapabilirim" inancı ile onu geri kazanmak için harekete geçiyor. İlk önce yeni işyerine beyaz güller gönderiyor, tepki alamayınca mail atıp görüşme talebinde bulunuyor, olumlu cevap gelince içi içine sığmıyor.
** Ayrılıklarından sonra, onu ilk kez göreceği gün, rüyasında Ana'ya "Seni Seviyorum" diyor.
Grey'in gözünden bu aşk hikayesi böyle başlamış. Grey aslında ilk gördüğü andan beri Anastasia'yı seviyor fakat kendisinin bu farklı ilişki tarzının ona uygun olmadığı düşüncesi ile dengesiz davranıyor. Sonuç olarak Anastasia bir yere kadar fedakarlık yaptıktan sonra orta yolu bulmak yine Christian'a kalıyor. Christian da Karanlığın Elli Tonu kitabında okuduğumuz gibi aşık olan her erkeğin yapacağı şekilde, değişim gösteriyor.
Fragman
Film ve Kitap Puanım : %100 - Mutlaka Okuyun ve İzleyin
www.filmakisi.com
Grey - Grinin 50 Tonu - Kitap ve Film Analizi
Amerikan yazar Rick Yancey'nin eseri 5. Dalga, 460 sayfadan oluşuyor. Okuyacağınız sayfa sayısı ise 405 çünkü siyah sayfalara yazılan ara başlıkların her birine üçer sayfa ayrılmış.
"5. Dalga serisi" olarak adlandırılan üçlemenin bu başlangıç hikayesini Sonsuz Denizve Last Star (kitabın henüz Türkçe versiyonu çıkmadığı için orjinal adını yazdım) takip ediyor.
Anlatım dili akıcı, samimi ve espriliydi. Okurken güldüğüm yerleri çok oldu ve cümlelerde takıldığım herhangi bir anlatım bozukluğu yoktu, bu durumu hem yazara hem de çevirmene borçluyuz.
Kitabın konusu, uzaylıların, insanları kütleler halinde yok ederek, dünyayı ele geçirme istekleri.
Bunu bize 1. Dalga'dan itibaren, 16 yaşındaki kız Cassie anlatıyor. "Uzaylı istilası" denince çok klasik bir konu olduğunu düşünebilirsiniz fakat yazar, farklı bir kurguyla, başarılı bir macera ortaya çıkarmış. Bilim-kurgusunun akla yatkın işlendiği bu gençlik romanında, Cassie, 4. Dalga'dan 5. Dalga'ya giden süreyi yaşayarak, ilk 3 dalgayı ise geriye dönüp düşünerek anlatıyor.
Hikaye 4. dalga sırasında dışarıda tek başına kalmış Cassie'nin hayatta kalma çabası ile başlıyor. Cassie bu aşamada, kimseye güvenmeyen ve hayatta kalabilmek için önüne çıkan herkesi öldürmesi gerektiğini düşünen birisine dönüşmüş durumda. İstila başlamadan önce, annesi, babası ve beş yaşındaki erkek kardeşi Sammy ile sıradan bir hayat sürmekte. Okulda vasat popülerliği ve vasat başarısı olan bir kız. Sevdiği havalı çocuk Ben Parish ise onun varlığının farkında bile değil.
1. Dalga - Işıklar Söner
Birgün, Cassie ve diğer öğrenciler okuldayken, yakına bir uçağın düştüğünü görüyorlar ve o anda telefonların bataryaları dahil tüm enerji kaynakları bozuluyor. Okul yönetimi, öğrencileri spor salonunda topladıktan sonra, ailelerinin gelip onları alması için beklemeleri gerektiğini söylüyor. Arabaların sistemi de çöktüğü için Cassie'yi babası okuldan yürüyerek gelip alıyor. Dolayısıyla, tüm sokaklar da terkedilmiş araç yığınlarıyla dolmuş durumda kalıyor.
Cassie, Ben Parish'i son kez o gün gördüğünü ve onun 3. dalga sırasında öldüğünü söylüyor.
Babası Cassie'ye bugün yaşananların sorumlusunun bir elektromanyetik dalga olduğunu, şebekelerin imha edildiğini, uçakların da bu yüzden gökyüzünden yere çakıldıklarını izah ediyor.
1. dalga yarım milyon insanın canını saniyeler içinde alıyor!
2. Dalga - Sular Yükselir
İkinci dalga, kitapta sadece birkaç cümle ile anlatılıp geçiliyor;
Dünya nüfusunun yüzde kırkından fazlasının yaşadığı sahil şeritleri deprem sonrası oluşan tsunami yüzünden yok oluyor. Cassie ve ailesi sahilden uzakta yaşadıkları için bu durumdan hiç etkilenmiyorlar fakat bu dalga ilkini aratacak büyüklükte gerçekleşiyor.
Bir gün kadar sürede üç milyar insan ölüyor!
Gösterime girecek olan filmin fragmanında ise tsunami sahnelerine bolca yer verilmiş olduğunu gördüm. Cassie bunları çok ayrıntılı anlatmamış olsa da, "Hoşçakal New York, Güle Güle Los Angeles" diyerek o sahil kentlerine esprili bir edayla veda etmişti, bu yüzden filmde gösterilmesi yanlış olmaz diye düşünüyorum.
3. Dalga - Salgın
3.Dalga birkaç gün ile atlatılamıyor, tam 12 hafta sürüyor çünkü bu sefer salgın bir hastalık söz konusu. Bu salgın, yüzde doksanyedi öldürme oranına sahip bir virüs, Kızıl Tsunami. Havadan yayılan bu virüs önce akciğerlere yerleşiyor, öksürük, ateş ve başağrısı şikayetleriyle başlıyor sonra beyinden böbreklere kadar tüm organlara yayılıyor. Ağızdan, burundan hatta göz ve kulaklardan kan geliyor. Cassie, annesini bu virüs yüzünden kaybediyor. Üçüncü dalgadan geriye, bu hastalığa karşı doğal bağışıklığı olan kişiler kalıyor. Cassie, kardeşi ve babası, evlerini terkedip, diğer insanların toplandığı sığınak kampına gidiyorlar. İnsanlar burada yetkili kişilerin gelmesini beklerken, birkaç okul otobüsüyle askerler geliyor ve 16 yaşından küçük çocukları alıp güvenli bölgeye götürüyorlar. Kardeşini yalnız bırakmak istemeyen Cassie, babasının iknası üzerine onun askerlerle birlikte güvenli bölgeye gitmesine izin veriyor ve Sammy'ye onun arkasından geleceğine söz veriyor.
Kampa gelen asker ve komutanlar, çocuklar götürüldükten sonra kampta kalan insanları katlediyorlar. Kamptan uzaklaşmayı, babasının tehlikeyi anlaması sayesinde başarmış olan Cassie, babasının öldürülüşünü ağaçların arkasından izlemek zorunda kalıyor.
4. Dalga - Susturucu
Doğada yapayalnız kalan Cassie kardeşinin götürüldüğü yere gitmeye çalışıyor fakat komutanlar geride "yeşil göz" denen bir küre bırakıyorlar. Cassie, babasının ona verdiği tüfekle kaçmaya başlıyor fakat yeşil bir patlama dalgası ile yaralanınca bir aracın altına saklanıyor. Dışarda onu vurmayı bekleyen biri olduğunu biliyor ve buna rağmen orada bacağındaki kan kaybından ölmektense, büyük bir cesaretle ayağı kalkıyor. Onun bu yaşam umudundan etkilenen susturucu, tetiği çekemeyip, geri dönüyor. Yaralı bacağı ile hayatta kalmaya çalışan Cassie, kar fırtınasını arabaların içine sığınarak atlatmaya çalışıyor fakat kar kalınlığı bir metreyi bulunca soğuktan donarak kendinden geçiyor.
Ayılırken kendisini sıcak bir yatakta yatarken buluyor. Gücü olmadığı için kalkamıyor fakat birisinin bacağını sardığını, üstüne gecelik giydirdiğini ve onu soğuktan kurtardığını anlıyor. Onu karlar içinde canlı olarak bulmuş olan Evan Walker odaya girip kendisini tanıtıyor ve Cassie tekrar gücünü toplayıncaya kadar ona kendi evinde bakıyor. Bir hafta sonra kardeşini bulmak için yola çıkmaya koyulan kızı Evan yalnız bırakmak istemiyor ve ısrarlar üzerine onu birlikte gitmeye ikna ediyor. Ormanda ilerledikleri süre boyunca şüpheleri dolayısıyla Evan'a güvenmeyen Cassie onu sorguya çekiyor ve Evan, kendisinin uzaylılardan biri olduğunu, onu arabanın altına saklandığında vurmak için bekleyen kişi olduğunu ve ona aşık olduğu için bunu yapamadığını itiraf ediyor. Aslında diğerleri gibi insanlara zarar vermek istemediğini fakat bunun onlar tarafından kabul edilmediğini anlatıyor. Varlıklarının seneler öncesinden insanların içinde yaşayarak geliştiğini, bu yüzden tıpkı insanlar gibi düşünmeyi bildikleri için bu denli tehlikeli olabildiklerini, kendi cinsinin saf bilinçten ibaret, arı varlıklar olduğunu, böylece insan bedenine yerleşebildiklerini açıklıyor.
Daha sonra da, Sammy'yi kurtarmak için gidecekleri o askeri bölgeyi bildiği için kurtarma planları yapıyor.
Harikalar Diyarı
Otobüsler dolusu çocuğun getirildiği güvenli bölgede askerler çocukları teker teker sağlık kontrolünden geçiriyor. Hastalıklı olmayan çocuklar "Harikalar Diyarı" olarak adlandırılan bir makineye bağlanıyor ve geçmiş hayatlarının haritası çıkarılıyor. Ardından onları takip edebilmek amacıyla enselerine küçük bir takip cihazı yerleştiriliyor. Çocuklar burada koğuşlar halinde çok ağır şartlarda savaş eğitimi görüyor ve Sammy'nin kaldığı koğuşta bulunan çocuklardan birisinin de Ben Parish olduğu ortaya çıkıyor!
Amaçlarının, uzaylılara karşı dünyayı korumak için savaşmak olduğu söyleniyor. Çocuklar bunu söyleyen komutanların, sığınak kampındaki insanları öldüren kişiler olduğunu bilmiyor!
5. Dalga - Biz
Gittikleri bir operasyonda, Ben Parish ve ekibi, enselerine yerleştirilen cihazın bir tabletle uzaktan izlendiğini ve tabletin üzerindeki herhangi bir ismin üzerine basıldığında o kişinin öldürülebildiğini ortaya çıkarıyorlar. Burdaki asıl amacın, kişileri birbirine düşürüp kaos ortamında birbirlerini vurdurmaya çalışmak olduğunu ve böylece 5. dalganın geriye kalan insanlığın ta kendisi olduğunu farkediyorlar. Bunun ardından Ben Parish ve ekibi de bir plan yapıyor.
Cassie, yaptıkları planlar üzerine bölgeye girmeyi başarıyor fakat Harikalar Diyarına girmemek için hemşireyi bayılttığı sırada ortalık karışıyor çünkü aynı zamanda Ben Parish de Sammy'yi kurtarmak için bölgede onu arıyor ve komutanlar bu duruma uyanıyor. Kırmızı alarm sırasında kaçışmalarla geçen mücadelelerin ardından Sammy'ye ulaşan ilk kişi ablası oluyor. Sonra, Cassie, kardeşi ve Parish bölgeden kaçarak ayrılırken Evan arkalarından askeri bölgeyi ateşe verip yok ediyor.
Yoğun aksiyon içeren bu bölümden sonra kitabın sonuna geliyoruz. Üsten kilometrelerce uzakta bir otoban üst geçidinin altında hepbirlikte dinleniyorlar. Cassie, kendisini Ben Parish'e hatırlatmaya çalışıyor ama pek çabası yararlı olmuyor. Ufukta şafağın sökmesini izlemeleri son sahne oluyor.
Bu arada benim aklıma, Evan'ın henüz yanlarına gelmemiş olduğu takılıyor. Bunun cevabını ikinci kitapta alacağımı düşünüyorum.
Kitabın kurgusu o kadar güzel ve ince işlenmiş ki, ilk kez bir özet yazarken bu kadar zorlandım. Günlerimi aldı diyebilirim çünkü kitabı bitireli bir hafta oldu fakat yazmam için konuyu toparlamam hiç kolay olmadı, sayfaları yeniden gözden geçirmek durumunda kaldım.
Kesinlikle tavsiye edeceğim bir macera kitabı.
Kitabın uyarlamasının çekildiği film 2016 Ocak ayında gösterime girecek, eğer görsel efektleri güzel hazırlanmış olup, kitabın içeriğini aynen aktarmayı başarabildilerse, aksiyon dolu bir macera bizi bekliyor demektir.Filmi izledikten sonra film analizini de buraya ekleyeceğim.
Sonsuz Deniz'de görüşmek üzere..
Film Fragmanı
Kitap Puanım : %85
Film Puanım : Film'i 2016 Ocak Ayında Yayınlanacak...
www.filmakisi.com
5. Dalga ( 5.th Walve ) Kitap ve Film Analizi
İtalyan yazar Leonardo Patrignani'nin bu eseri rahat okunabilen, akıcı bir anlatıma sahip 343 sayfadan oluşuyor. Kitabın bölümleri arasında da boş sayfalar var ve yayınevi, yazıları sıkıştırmadan geniş geniş basmış, bu yüzden okurken sayfalar çabucak geçiyor. Bir de gördüğüm kadarıyla, dört kelimede harf hatası olmuş ama bir sorun teşkil etmiyor.
Telepati üçlemesinin bu ilk kitabında çok fazla yer ve durum değişikliği olduğu için biraz kafanız karışabilir. Yoğun bir aksiyon barındırmıyor fakat okuyucuda merak uyandırmayı başarıyor. Hızlı okunmasında konusunun da payı var tabi.
Kitabın konusu, daha çok "paralel evren" olarak bildiğimiz aynı anda farklı yaşantılarımızın olabilmesi durumundan yola çıkılmış bir bilim kurguda, telepati yetenekleri olan iki kahramanın macerası. Fakat kitapta bahsedilen, paralel evrenin çoğulu olarak düşünebileceğimiz "çoklu evren" olasılığı. Yani şuanda bu yazıyı okuyan sizden, farklı durumda ve başka bir yerde, birkaç tane daha siz olabilmesi ihtimali.
Hikaye, okulunun basketbol takımında kaptanlık yapan Alex'in hayatı ile başlıyor. Alex, basketbol müsabakası esnasında serbest atış yaparken birden dizleri üstüne çömelip bayılıyor. Aynı anda, çok uzaklarda yaşayan Jenny, ailesi tarafından akşam yemeğine beklenirken, banyoda düşüp bayılıyor. Bu baygınlıklar esnasında Alex ile Jenny kısacık da olsa birbirleri ile telepatik iletişime geçiyorlar. Onların bu bayılmaları, dört senedir katlanmak zorunda oldukları bir hastalığa dönüşmüş vaziyette ve son zamanlarda da hayatlarını zorlaştıran bu durum gittikçe sıklaşıyor.
Alex, baygın halde, büyük bir gürültü eşliğinde Jenny'ye "bana nerede olduğunu söyle" diye soruyor. Jenny zor da olsa "Melbourne" diye cevap veriyor ve Alex de "seni bulacağım" diyor. Böylece Alex, dört senedir iletişim halinde olmalarına rağmen en büyük adımı, onu görmeye karar verdiği bu gün atmış oluyor. Birbirlerinin varlıklarına inanmaları için sadece telepatik olarak değil gerçekte de görüşmek zorundalar. Aksi takdirde deli olmadıklarına kimseyi inandıramazlar.
Alex telepati yeteneğinden ailesine söz etmiyor çünkü özellikle de elinde bir kanıt yokken ona inanmayacaklarını biliyor. Avusturalya'ya nasıl gideceğine karar verme aşamasında bir yandan da aklındaki şüpheleri gidermeye çalışıyor, Jenny'nin gerçek olduğunu bir şekilde kendisine kanıtlamak zorunda hissediyor.
Bu kez, eskisi gibi baygınlık geçirtmeyen, ilk kez oturur haldeyken gelen telepati girdabında Jenny ile daha uzun konuşma gerçekleştirmeyi başarıyor. Jenny ona buluşacakları sahilin adresini veriyor ve Alex hemen en yakın arkadaşı Marco'nun evine, durumu anlatmaya gidiyor. Bilgisayar dehası Marco, Alex'in anlattıklarını hiç yadırgamıyor ve ona Avusturalya'ya gitmesi için gereken maddi yardımı sağlıyor.
Günlerce süren uçuştan sonra Alex heyecan içinde, sahile gidiyor ve Jenny'yi beklemeye koyuluyor. Bu sırada Jenny hazırlanıp evden çıkıyor ve sahile vardığında telepati girdabı kendini gösteriyor. İletişimlerinin gittikçe daha kolay ve sık bir hal almaya başladığı bu telepati görüşmelerinde birbirlerine olan bağlılıkları artıyor. Ancak, sahilde yaptıkları konuşmada aynı yerde olmalarına rağmen birbirlerini göremediklerini ortaya çıkınca Jenny herşeyi kendi kafasından uydurduğunu düşündüğü için ağlayarak eve gidiyor ve bir daha telepati kurmayı reddediyor. Alex ise hemen arkadaşı Marco'yu arayıp durumu aktarıyor. (Alex neden Jenny'nin telefon numarasını almıyor diye sormayın, ben de bilmiyorum).
Marco, kendi icadı olan arama moturundan yaptığı geniş araştırmalar sonucu Alex'e, "siz aynı yerdeydiniz ama farklı evrenlerdesiniz" diyerek durumu özetliyor. Bu olgu, Alex'in aklına tam yatmamış olsa da Jenny'nin soyadından ulaşmaya çalıştığı ev adresine gidip onunla buluşmayı umuyor. Bu sırada, sokakta yürürken, bir kahin ona yaklaşıp, "hepimiz tehlike içindeyiz ve sen önemli" diyor. Alex umursamadan yoluna devam ediyor.
Alex, adrese gittiğinde, kapıyı açan kadın onu eve buyur ediyor. Kadına derdini anlatmadan Jenny'yi tanıyıp tanımadığını soruyor. Kadın çok üzgün bir şekilde ona, Jenny'nin eski bakıcısı olduğunu ve kızın 7 yaşındayken gözlerinin önünde öldüğünü söylüyor!
Duydukları karşısında allak bullak olan Alex kızın fotoğraflarını görmek için ricada bulunuyor. Kadınla fotoğraflara bakarken, telepatik iletişimler sırasında gördüğü gözlerin ve saçların aynısına sahip olan küçük kızı karşısında buluyor. Aynı zamanda ona ait olan takım yıldızı simgeli kolye ile bir not buluyor. "Hafızamız anahtardır".
Alex yaşadıklarını tekrar Marco'ya aktarıyor ve mantıklı bir cevap bekliyor.Tekrar araştırmalara girişen Marco, Thomas Becker adında biri tarafından hackleniyor ve tüm bilgisayarları kullanım dışı kalıyor. Thomas Becker ona "memoria'yı bulmalısınız" diyor.
Alex, İtalya'ya dönüp Marco ile konuşuyor ve bu sefer Alex'in iknası üzerine, Jenny buluşmak için İtalya'ya gelmeye karar veriyor. Aynı zamanda Alex, ailesine bir açıklama yapmak zorunda kalıyor ve çıkan tartışmalar sonucu öğrendikleri Alex'i çok üzüyor.
Alex aslında küçüklüğünden beri Jenny diye sayıklıyormuş ve kıyamet görüntüleri içeren resimler çiziyormuş. Bu durumdan rahatsız olan ailesi onu elektroşok cihazına sokturmuşlar ve uzun yıllar telepati yeteneğinin kaybolmasına sebep olmuşlar. Alex tüm bunları öğrendikten sonra evi terkediyor.
Bu sırada çok sık telepati girdaplarına çekilip, evren değiştirmeye başlayan Alex ve Jenny, Jenny'nin İtalya'ya gelmesi ile buluşmayı başarabiliyorlar. Birbirlerine sarıldıkları an, etrafa ışık saçılıyor ve sanki zaman duruyor. Çevredeki insanlar ancak birkaç dakika sonra dondukları yerden tekrar harekete geçebiliyorlar.
Çiftin, gittikçe gelişen yetenekleri arasına, birine dokunduğunda o kişinin geçmişini görebilmek ve gözgöze bakıştıklarında birbirlerinin düşüncelerini okuyabilmek ekleniyor. Alex'in Jenny'nin gözlerine baktığı bir an, Jenny'nin aslında bakıcısı tarafından verilen zehirli kahveden öldüğünü görüyorlar.
Bir gün heryerde internet kesiliyor ve günler boyunca gelmiyor. Alex ve Marco, dünya'ya yaklaşmakta olan büyük bir göktaşı olduğunu öğreniyorlar ve Marco, internet kesintisinin panik ortamı doğmasın diye özellikle yapılmış olduğunu düşünüyor.
Tüm evrenleri sonlandıracak büyüklükte olan bu göktaşı yeryüzüne çarptığında Alex ve Jenny birliktelerdi. Fakat Alex tekrar gözlerini açtığında kendisini basketbol sahasının ortasında arkadaşları ona seslenirken buluyor, serbest atış yaparken bayıldığı yerde ayılıyor..
Burayı okuyunca "ee ne yani hepsi bir rüya mıydı" tepkisi veriyorsunuz ve aynı şeyi Alex de söylüyor ama devamını okuduğunuzda öyle olmadığı ortaya çıkıyor çünkü Alex ile Jenny görüştüklerini ve tüm yaşananları hatırlıyorlar. Hiçbir şey olmamış gibi bir ay boyunca eski, rutin hayatlarına devam ediyorlar. Bir gece eğlenmek için yola çıktıklarında, sonsuz beyaz bir boşluk ve hiçlikle karşılaşıyorlar. Hiç kimse yok, hiçbir yer yok.. O anda arkalarından kahinin sesi geliyor "bu memoria". "Bir ay boyunca sadece hatırladıklarınızı gördünüz, bu ise sonrası".
Thomas Becker bir anda ortadan kaybolduktan sonra Marco görünüyor ve "haydi çocuklar, çıkalım bu kafesten" diyor.
İlk kitap bu cümle ile son buluyor.
Kitaptaki bu bir anda görünüp kaybolmaların bir açıklamasının hafıza olduğunu düşünüyorum ayrıca, ikili arasındaki duygusal bağ biraz zayıf işlenmiş gibi geldi, birbirlerini yazıldığı kadar derinden sevdiklerine inanasım gelmiyor. Belki devam kitaplarında bu ilişkiye biraz daha özen gösterilmiştir.
Yaşadıkları deja-vu'lar ve girdaplar birbirine karıştı, ne zaman deja-vu yaşanıyor ne zaman boyut değişiyor tam ayıramıyorum şuan geriye dönüp düşündüğümde.
Onun dışında, çoklu evren konusu ile ilgili daha önce bir roman okumadığım için kurgu açısından farklı ve ilgi çekici geldi. Dünyanıza farklı bir bakış açısı katmak ve ufkunuzu genişletmek istiyorsanız, bir de, aynı anda farklı hayatların olabileceğini düşünüyorsanız, bu kitabı okumalısınız.
İkinci kitap Hafıza'nın yorumunda görüşmek üzere.
Kitap Puanım : %65
www.filmakisi.com
Telepati ( MultiVersum ) Kitap Analizi
Nobel ödüllü, Portekiz yazar Jose Saramago'nun 360 sayfalık eseri konusu itibari ile ilgimi çekmişti. Kitabin sonlarına doğru geldiğimde bir de filminin olduğunu keşfettim ve kitabı bitirir bitirmez filmi de izledim.
Hikaye bir adamın trafik ışıklarında beklerken, sebepsiz yere aniden kör olması ile başlıyor. Fakat bu körlük bilinenin dışında bir özellik taşıyor. Adam sadece parlak bir beyaz gördüğünü söylüyor, siyah ve karanlık söz konusu değil. Arabanın içinde panikleyen bu adama etraftaki vatandaşlar yardıma geliyor ve bir tanesi onu arabasıyla eve götürme inceliği gösteriyor. Adamın eşi eve geldikten sonra bir göz doktoruna gidiyorlar ve doktor herşeyin normal göründüğünü söyleyerek onları başka tetkikler yaptırmak için geri gönderiyor. Doktor akşam eve geldiğinde eşine durumu anlatıyor ve kitaplarını karıştırıp bir sebep bulmaya calışırken aynı şekilde kör oluyor.
Büyük bir hızla ilk kör olan adamın eşi ve ona yardımcı olan adama da körlük bulaşıyor.
Bu bulaşıcı körlüğü engellemek isteyen hükumet, tespit edilen tüm körleri eski ve boş bir akıl hastanesi binasına götürüp karantina altına alıyor. Karantina altına alınan yaklaşık 250 kişi arasında eşini yalnız bırakmak istemeyen doktorun karısına hikayenin sonuna kadar körlük bulaşmıyor. Bu sayede kocasına kimse görmeden yardımcı olabiliyor.
Körlük tüm kente hızla yayılıp tüm düzeni yok ederken, binada da yaşamak gittikçe imkansız bir hal alıyor. Temiz su olmayan, yetersiz yemek gönderilen ve cinayetlerin işlendiği bu yerde bir süre sonra bazı acımasız kişiler yemek karşılığı kadınlara tecavüz etmeye başlıyorlar. Tuvaletlerin, koridorların pislik içinde olduğu, gören bir kişinin bile dayanamayacağı bu ortamdan yangın çıktığı gün çıkabiliyorlar.
Doktor ve karısı, kendi grupları ile birlikte dışarıda da açlık ve pislikle mücadeleye devam ediyorlar. Kadın ilk iş olarak yağmalanmış bir süpermarketin antreposuna girip birkaç poşet yiyecek alıyor, sonra sırayla gruptaki bireylerin teker teker evlerine bakmaya gidiyorlar. Sokaklar adeta zombi istilası olmuş gibi aylak görünümlü insanlar, kaza yapmış araçlar ve mikrop yayan çöp yığınlarından ibaret kalmış. Çoğu kişinin evleri başkaları tarafından kullanılmış.
Herkesin evine sırayla bakıldıktan sonra gören kadın, grubunu, kimse tarafından istila edilmemiş evinde misafir etmek istiyor ve yiyecekleri azalana kadar orada kalıyorlar. Aynı zamanda, yağan şiddetli yağmur sayesinde balkonda yıkanıp temizlenebiliyorlar.
Ertesi gün, ilk önce kör olan adam birden bire yine sebepsiz, görmeye başlıyor ve sırayla herkes görme yetisini geri kazanıyor, sokaklardan "görüyorum, görüyorum" sesleri yükseliyor.
Özetten anladığımız gibi değişik bir başlangıç ile macera dolu bu hikaye, sonu her ne kadar mutlu bitse de bir boşluk ve tatminsizlik hissi yaratıyor. Kitapta "aslında gördüğümüz zamanlar çoğu şeye kördük" mesajı veriliyor çünkü burada yazar körlüğü metafor olarak kullanıyor. Birçok ülkede söz sahibi olan liberal demokrasinin kırılganlığını göstermek istiyor çünkü liberalizmin "kendi eksiklerini görmemek" gibi bir kör noktası olduğuna inanan ve buna "liberal blindness" diye kabul eden bazı siyasi kesimler mevcut. Benim gibi liberal demokrat birine göre ise bu metafor fazla abartılı geliyor çünkü Liberal Demokrasi hiçbir zaman hak-hukuk, adalet, ekonomi olmasın demiyor bu yüzden bu sistemin hiçbir zaman bu denli çöküşe ve çaresizliğe sebep olacagına inanmıyorum.
Bu nedenlerden dolayı roman sonu itibariyle bana çok zayıf geliyor, böyle büyük bir iddia için daha ayrıntılı açıklama ve kanıt olmalı diye düşünüyorum.
Yazar kitapta hiçbir şekilde özel isim kullanmıyor, kişileri ilk kör, doktor, doktorun karısı, gözlüklü kız, çocuk... olarak anlatıyor. Dil ve anlatım konusunda akıcı ve başarılı bulduğum bu yazar bizi kolayca hikayenin içine çekmeyi başarıyor.
Film analizine gelince, kitapta yazan hikaye ile birebir uyarlanmış bir senaryo var, bu yönden başarılı olmuş fakat, kitaptaki önemli ayrıntılar filmde çok hızlı geçilmiş veya dikkat çekmemiş, kitabı okurken hissettiğimiz çaresizlik ve pisliği filmde çok göremiyoruz, konu da ağır işlenmiş, izlerken sıkıcı olabiliyor ve filmi çok uzatmamak için sanıyorum ki herkesin evinin ayrı ayrı gezildiği yerleri atlamışlar. Tüm bu eksik yanlarından dolayı film kitaptan birkaç tık geride kalmış.
Başrollerini Julianne Moore ve Mark Ruffalo'nun paylaştığı film 2008 yılında Cannes film festivalinin açılışında gösterilmiş.
FİLM FRAGMAN'I
Kitap Puanım : %75
Film Puanım : %80
www.filmakisi.com
Körlük - Kitap ve Film Analizi
Bambaşka bir yerde, yeni bir dünyada ilk ağlama, ilk nefes alma...
Marco, Alex ve Jenny yeniden doğdular fakat bu sefer farklı olan, yeni hayatlarının bebekliklerinden yani sıfırdan başlamasıydı. Bu hayatlarında üçü de evlatlık alınmışlardı ve Alex'in bir kız kardeşi vardı.
Alex, oniki yaşındayken Marco'nun yanına gidip ona, çok saçma bir rüya gördüğünü söylüyor ve rüyasında kız kardeşi ile öpüştüğünü anlatıyor. Marco ise bunu zaten biliyormuş gibi davranarak, Alex'e bu rüyasını mutlaka kız kardeşine anlatması gerektiğini söylüyor. Alex cevap veriyor: "Bunu asla yapmam, Jenny delirdiğimi düşünür."
Marco, aldığı bir ilaç sayesinde fiziken komaya giriyor fakat asıl amacı bu sırada Memoria'ya geri dönüp neler olup bittiğini anlayabilmek.Marco'nun hayata dönmesini bekledikleri sırada Jenny de gördüğü tuhaf rüyalardan Alex'e söz edince, iki genç, birbirlerine olan çekime karşı koyamayıp birlikte oluyorlar.
Daha fazlasını yazmaya devam etmeden önce karakter künyesi not etmek istiyorum çünkü serinin sonlarına doğru karakter sayısı çoğalıyor.
Ivan : Ütopya adını verdikleri mevcut düzenin kurucusu.
Dana : Ivan'ın yetenek sahibi kızı.
Desner : Dana'nın emir kulu.
Thierry : Ivan'ın eski sağ kolu.
Mark : Thierry'nin arkadaşı.
Ian : Marco'nun uzun süre yaşadığı Gea'daki adı.Anna, onları bu yeni dünyada, Sam-en'de henüz bulamıyor fakat bir önceki hayatlarına yani, denizaltı araştırma gemisinin bulunduğu yere, Gea'ya gittiğinde, Alex ve Jenny'nin aslında görevliler tarafından öldürülmediğini anlıyor. Yeteneklerini incelemek ve kullanmak için onları bir hasta odasında, kontrol altında tuttuklarını görüyor ve ikisini ordan kurtarmak için harekete geçiyor.
Odalarına girdiğinde Alex onu tanıyor ve adını söylüyor, bunu farkeden diğer doktor Thierry, Anna'nın üstüne gidiyor. Anna yakalanma ve cezalandırılma korkusu ile şüpheleri üstünden atmaya çabalarken Thierry, kendisinin de Anna'nın tarafında olduğunu ve çocukları kaçırmak için ona yardım edeceğini itiraf ediyor.
Çocuklarla birlikte güvenlik engellerini aşarak kaçmayı başaran Anna ve Gea'daki düzenin kurucusu ve sahibi olan Ivan'ın eski yardımcısı Thierry, iki arkadaşının bulunduğu yere gidip saklanıyorlar. Orada, yeteneklerini köreltmek ve yaşadıklarını hatırlayamamaları için, Gea'daki doktorlar tarafından sürekli ilaç enjekte edilen iki gence başka bir iğne yapıyorlar ve hafızalarını geri kazanmalarını sağlıyorlar. Anna, Marco'nun nasıl hapse atıldığını o akşam Thierry'den öğreniyor.
Sıradaki planları Marco'yu kurtarmak.
Sam-en'de, Marco, Alex ve Jenny'yi aramaya devam eden Anna nihayet onları buluyor ve bir gece üçünün odasına not bırakıyor. Sabah olduğunda, üçlü bir araya gelip konuşurlarken bir anda Anna yanlarında beliriyor. Alex ve Jenny, Marco'yu Sam-en'de bırakıp, Anna ile birlikte Gea'ya dönüyorlar.
Kitabın kapak resminde, Thierry ve ekibinin Marco'yu kurtarmak üzere harekete geçtikleri zaman dikkati başka yerlere çekme amaçlı yaktıkları gökdelenleri gösteriyor.
Babasını sevmediği için, onu ofisinde öldürdükten sonra olaya intihar süsü veren Dana, yönetimin başına geçiyor ve Thierry'yi insanlara kötü gösterip yakalatmak için, içinde çocuklar varken bir ilkokulu patlatmayı planlıyor. Çalışanı Desner'a gereken hazırlığı yapmasını emrediyor. Patlamadan sonra da Gea tarihinde ilk kez yönetimden birinin yüzünü göstermesi olarak hatırlanacak bir televizyon konuşması yapmaya hazırlanıyor. Asıl amacı ise ekranda Thierry'nin fotoğrafını göstererek onu suçlu adı altında ifşa edebilmek.
Anna, Thierry ve Jenny ile Alex binbir zorluk ve mücadele ile Marco'yu hapisten kaçırmayı başarıyorlar.
Bu sırada, Dana da planını başarı ile gerçekleştiriyor. İlkokul çocuklarının aileleri yasa boğuluyor. Dana ekranda Thierry'nin fotoğrafını gösterdiği sırada Thierry yayının frekansına girip okulu patlatanın Dana olduğunu ama neyseki kendisinin ekibiyle birlikte küçük çocukları, patlamadan çok önce alıp güvenli bir yere götürdüklerini ve çocukların orada ailelerini beklediklerini söylüyor!
Desner ile onu öldürmeyecekleri konusunda anlaştıktan sonra Thierry ve Mark, çocukları kurtarmış. Desner, bu anlaşmanın karşılığı olarak onlara, patlamanın hangi okulda ve ne zaman olacağı bilgisinin yanısıra Dana ile yaptıkları telefon görüşmesinin kaydını da vermiş. Bu kaydı da yayın sırasında dinlettikleri için kimin iyi kimin kötü olduğu ortaya çıkmış oldu ve Dana hapse atıldı.
Desner'ın da daha sonra uçurumdan atlayıp öldüğünü kimse görmedi.
Hikayenin sonunda yaşlı Ian, son günlerini yaşadığının bilincinde, Memoria'ya geri dönmek istediğini açıklıyor. Gittikten sonra, oradaki araştırmalarında, Alex ve Jenny'nin onu tanımayan versiyonları ile karşılaşıyor ve ikisinin de daha rahat ve mutlu bir birliktelikleri olduğunu görünce, kendisini tanıdıkları versiyonları gözden geçiriyor. Kelebek etkisi ile tüm bu versiyonlara baktığında Marco'nun bu çift için hayırlı olmadığını, onlara iyi gelmediğini tespit ediyor.
Analiz;
Kitap, 140. sayfadan sonra iyice hareketlenmeye ve daha akıcı bir hal almaya başladı. Özellikle 200. sayfadan sonrası, hapishaneden Marco'yu kurtarma anları, aksiyon filmlerini aratmayacak nitelikteydi, hatta kitabın ilerde filmi de çekilsin diye bu şekilde yazılmış olduğunu düşünmeye başladım.
Telepati'nin ana karakterleri her ne kadar Alex ve Jenny gibi görünse de, Ütopya'daki varlıkları yok denecek kadar azdı çünkü yok olmakta olan şehri Ütpyalıların elinden Thierry ve Mark kurtardı. Ayrıca, serinin sonunda asıl kahramanın Marco olduğunu gördük. Marco, Thomas Becker ve kahin gibi gerçeklerin, kendi zihninde oluştuğu için ortaya çıktığını anlatıyor.
Çok hızlı okumaya gelmeyen, arada bir durup düşünülmesi ve sindirilmesi gereken bir seriydi. Bu yüzden bitirmek için düşündüğümden daha uzun süre harcamak zorunda kaldım. Hatta biraz ordan oraya süründü diyebilirim.
Genel olarak Telepati serisini ele almam gerekirse, çok bayıldığımı söyleyemem ama değişik bir tecrübeydi, pişman olmadığımı belirtmeliyim. Seri mutlu sonla bitip, gülümsetti ama kesinlikle geriye dönüp tekrar okumak istemeyeceğim bir hikaye. Bu üçlemedeki favorim ise Hafıza.
Seriden, hayallerimizin gücünün farkına varıp, zamanın, anılarımızın ve hayatlarımızın değerlerini bilmemiz gerektiğini. Sadece bir değil, birden fazla hayatımız dahi olsa, her bir tanesi ayrı ayrı çok değerli olduğunu. Sevdiklerimizi kaybettiğimizde aslında ölüm diye bir şey olmadığını, burdaki sonun başka bir yerdeki başlangıç olduğunu unutmamamız gerektiğini öğrendik.
Bu serideki kitapların kapak fotoğrafları, Pegasus Yayınlarından çıkan çoğu kitap gibi etkileyici olmuş. Kapak resimleri benim için önemli, beğenmediğim bir kapağın kitabını almıyorum genelde. Pegasus'un başarısı biraz da buna bağlı bence.
Bir üçlemeyi daha bitirmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum:)
Başka eserlerle kıyaslama yapmam gerekirse, kesinlikle 5.Dalga daha güzeldi diyorum.
Kitap Puanım : %90 - Kesinlikle Okumalısınız...
Utopia - Ütopya Kitap Analizi

Labirent serisinin, 400 sayfalık, ikinci kitabına uyarlanmış filmi "Alev Deneyleri".Bu distopik eserde macera, gerilim ve korku bir arada, içerik bakımından çok zengin ve başarılı bir kurgu. Ölümcül Kaçış filmine kıyasla daha çok aksiyon içeren bu ikinci filmde korku filmlerini aratmayacak sahnelerin olması beni oldukça şaşırttı.
Thomas rüyasında, küçükken annesinden nasıl ayrıldığını görüyor ve uyanınca kendisini Labirentten kaçtığı arkadaşlarının yanında, bir odada buluyor.İlk filmin sonunda Kayran'dan çıktıkları zaman onları helikopterle alıp götüren yetkili kişiler bu çocuklara kilitli kapılar ardında bir binada bakıyorlar ve onların iyiliğini istediklerini, onlara zarar vermeyeceklerini söyleyerek güvenlerini kazanmaya çalışıyorlar.
Thomas ve arkadaşları yemekhanede diğer çocuklar ile bir araya geliyorlar ve onların da bir labirentten kaçtıklarını, kendilerininki dışında birkaç tane daha labirent olduğunu öğrenmeleri uzun sürmüyor. Yetkililer, "İsyan" (Wicked) tarafından yapılan bu labirentlerden kaçabilen değerli çocuklardan, her gün yaklaşık 10 tanesini alıp, onları daha iyi bir yere, belki de evlerine götürüyor. O sırada Thomas, arkadaşı Teresa aralarında olmadığı için yetkililere onu görmek istediğini söylüyor ve kızın nerede olduğunu soruyor. Bu soru başka labirentten gelen ve yalnız oturan Aris'in dikkatini çekiyor. Aynı gece Aris, Thomas'ın kaldığı odaya dar bir yeraltı tünelinden girerek sessizce Thomas'ı uyandırıyor ve onu alt katın göründüğü bir mazgalın başına götürüyor. Thomas, hastane yataklarıyla üstleri kapalı şekilde yatan birkaç kişinin, kartlı geçişli bir alana götürüldüğünü görüyor ve oraya girmek için gereken kartı ertesi gün yemekhanede, güvenlikle arasında ufak çaplı bir arbede çıkararak çalmayı başarıyor. Aris ile birlikte kartla içeri girdiklerinde gördüğü manzara herşeyi değiştiriyor. Büyük bir labaratuvarda, evlerine götürüldüğü sanılan çocukların aslında kanlarından faydalanmak için burada yarı ölü halde, tıbbı makinalara bağlı olarak, asılı halde tutulduklarını görünce, aslında hala "İsyan'ın" elinde olduklarını anlıyor ve arkadaşlarıyla birlikte oradan koşarak kaçmaya başlıyorlar.İsyan'ın elinden güç bela kurtulmayı başarıp binadan dışarı çıkıyor ve kum fırtınası sayesinde, karanlıkta izlerini kaybettiriyorlar.Biraz ileride buldukları, kumlar altında kalmış geniş bir alana sığınıyorlar ve burada daha önce birilerinin yaşamış olduğunu farkediyorlar. El fenerleriyle buldukları jeneratörü çalıştırdıkları anda heryer aydınlanıyor ve aynı anda virüslü insanlar yani zombiler tarafından saldırıya uğruyorlar. Kaçmaya çalışırken bir arkadaşları, zombinin yaralaması sonucu enfeksiyon kapıyor ve gittikçe büyüyen bu enfeksiyon yüzünden zombiye dönüşmemek için ellerinde bulunan bir silahla intihar ediyor.Thomas, Teresa ve diğer arkadaşları, İsyan'a karşı olduğu ve dağlarda yaşadığı bilinen "sağ kol" adlı grubu bulup onlara sığınmak için günler süren bir çöl yürüyüşüne başlıyorlar.
Uzun kaçışmalardan sonra dağlara ulaşıp, sağ kol ile bir araya geliyorlar. Aris, labirentteki kız arkadaşlarının orada olduğunu görüyor. Bir de eskiden İsyan'da çalışmış olan bir doktor kadın ile tanışıyorlar ve kadın onlara, küçük çocukların ailelerinden alındıktan sonra, bağışıklık sistemleri güçlü olan çocukların ayrıştırılıp, onların kanları ile zombi enfeksiyonunu tamamen olmasa da bir iki aylığına geçiren bir antivirüs üretildiğini anlatıyor. Bu ilaç köklü çözüm sunmadığı için, bu özel çocuklara sürekli ihtiyaç duyuluyor ve bu da bize, onların neden İsyan binasında asılı tutulduklarını anlamamıza yetiyor.
Teresa o gün Thomas'a annesini hatırladığını anlatıyor. Teresa çok küçükken, annesi acı çektiği için onu odaya kilitliyormuş ve annesi orada her akşam hastalığı yüzünden sinir krizi geçiriyormuş. Bir akşam odadan ses gelmemiş ve Teresa içeri girip baktığında heryeri kan olmuş bir şekilde fakat annesini sakin ve rahatlamış görmüş. Annesi "sonunda kurtuldum gördüklerimden kızım" derken küçük Teresa annesinin gözlerini oyduğunu görmüş. Bu anısını hatırladığı için, enfeksiyon kapmış olan insanlara yardım etmek isteyen Teresa, casusluk yapıp, bulundukları yeri İsyan'a bildirmiş.
İsyan uçaklarının geldiğini gören Thomas ile Teresa'nın yolları burda ayrılıyor ve Thomas uğradıkları saldırı sonucu yakalanan arkadaşlarından kopmak istemediği için İsyan'a dönmek üzere teslim oluyor. Fakat son anda, İsyan yetkilisi tarafından doktor kadının konuşmasına fırsat verilmeden, tereddütsüz, öldürülmesi üzerine, şüphelenen ve şoka giren Thomas az önce bulduğu el bombası ile çatışma çıkartıyor.
Çocukların çoğunu alıp götüren İsyan ekipleri Thomas'ın arkadaşlarından birini de götürmesi üzerine, Thomas, İsyan'a geri dönmek istediğini söylüyor.
Hikayenin adı Alev Deneyleri olmasına karşın, içerikte alev, ateş, yangın gibi durumlar kesinlikle söz konusu değil. Neden böyle bir isim verilmiş filminden anlayamadım, belki kitabında bir açıklaması vardır diye düşündüm. Görseller güzel hazırlanmış. Afişten de anlaşılacağı gibi, çürümüş gökdelenler, şiddetli fırtına ve devasa şimşek çakmaları mevcut. Fırtınanın getirdiği toz, toprak ve kum denizleri yok etmiş, gemiler çölün ortasında ve Golden Gate köprüsü kum tepelerinin arasında amaçsız duruyor. Zombilerden kaçış sahneleri gerilimli ve korkunçtu ve bir sahne tüm seyirciyi korkudan hoplattı:)
Filmin ilk yarısında yazar James Dashner'a saygım arttı ve daha önceden kitabı okumadığıma pişman oldum. İlk yarıdaki gerilim ve aksiyon ikinci yarıda düşüşe geçiyor bu yüzden etkileyici bir son beklentisi olmuyor ve sonu itibarı ile de biraz güçsüz kalıyor. Fakat Thomas bize intikam planı ile geri döneceğini söylüyor.
Filmin alt metninde, aslında İsyan'ın kötü niyetli olmadığını, insanlığın geleceğine yardımcı olmak istediği görülüyor. Fakat bunu çocukları yarı ölü halde tutarak yani yaşam haklarını ellerinden alarak yaptıkları için herkes tarafından kabul görülmediği, karşıtlıkların oluştuğu anlatılıyor.
Üçüncü filmi büyük merakla bekliyorum ve hatta mevcut kitaplarımdan sıra gelirse çocuk romanı demeden ve filmi çıkmadan önce okumak istiyorum.
Eser bu kadar aksiyon dolu olunca ben de uzun uzun yazarak bir süredir yazmamamın acısını çıkarmış oldum:)Gerçekten güzel bir filmdi. Özellikle korku sevenlere tavsiye ediyorum. Imdb puanı 7.2
Film Puanım: %80 - Filmi İzlemenizi Öneririm...
Film Fragmanı
www.filmakisi.com
Labirent Alev Deneyleri Kitap ve Film Analizi
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)